İklim krizi, su sorunu ve yeniden kuru tarım

Bu makalede ele alınan konular hakkında hızlı bir genel bakış.

İklim krizi, su sorunu ve yeniden kuru tarım

19 Ekim 2022

·

Ali Ekber Yıldırım

·

Köşe Yazısı

Güncelleme: Şub 22, 2024

Yaklaşık iki ay önce Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen hocamız telefonla aradı. Tarım ve Gıda Etiği Derneği ile Eskişehir’de kuru tarım ile ilgili uluslararası bir sempozyum düzenleyeceklerini söyledi. Konuşmacıları, programı detaylı olarak anlattıktan sonra “bu sempozyumda senden de bir konuşma yapmanı istiyoruz” deyince takvimime bile bakmadan tamam hocam dedim.

Kuru tarım denilince aklıma ilk gelen Ali Numan Kıraç oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitim amacıyla Amerika’ya gönderdiği ilk ziraat mühendisi. Türkiye’ye döndükten sonra Eskişehir’de kurduğu Dry Farming (Kuru tarım) Deneme İstasyonu ve sonrasında yapılan başarılı çalışmalarla adeta “Türk Mucizesi” yaratmışlar.

Birkaç gün sonra Ankara Üniversitesi Eski Rektörü ve Ziraat Fakültesi Eski Dekanı Tarım ve Gıda Etiği Derneği Başkanı Prof. Dr. Cemal Taluğ hocamız aradı. Cemal hocamız ile sempozyumun ayrıntılarını konuştuk.

“Kuru Tarım Yeniden Uluslararası Sempozyumu” 19-20 Ekim tarihlerinde Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Kültür Sarayı(Opera)’nda yapılacak. Bugün başlayacak sempozyumun açılışında Ali Numan Kıraç’ın oğlu İnan Kıraç da konuşacak.

Türkiye’nin yüzde 40’ı yarı kurak

Tarım ve Gıda Etiği Derneği kuru tarımın önemini ve bu sempozyumu neden düzenlediklerini anlatan kapsamlı bir bilgi notu hazırladı. O notlardan bölümler paylaşarak kuru tarımın önemini, geçmişten bugüne yapılan çalışmaları hatırlamakta yarar var.

“Tarım, insanın doğayla ve değerlerle en fazla bütünleşmiş ekonomik faaliyetidir. İklim krizi ve ona eşlik eden diğer krizler tarımın yaşamsal önemini bize yeniden hatırlatmakla kalmadı, insanlığın yeni bir tarıma olan ihtiyacını da açıkça ortaya koydu. Bundan böyle, tarıma yalnız ekonomik ve teknik açıdan bakamayız; onun ekolojik, sosyal ve kültürel boyutlarını görmezden gelemeyiz. İnsanın, toplumun ve doğanın yararına bir yeni tarım düzeninin ana ekseninde bilim ile etik değerler birlikte yer almalıdır.

Ülkemiz yüzölçümünün yaklaşık yüzde 40’ı yarı-kurak alanlardan oluşmaktadır. Bunun yüzde 60’ı Orta Anadolu’da, kalanı ise Güneydoğu Anadolu ile Kuzey ve Batı Geçit bölgelerinde yer almaktadır. Anadolu’da binlerce yıl önce başlayan tarım, büyük ölçüde yağışa bağımlıydı. Örneğin, Hitit topraklarında ekilen tahılın en az yüzde 80’inin kuru tarımla üretildiği kanısı yaygındır. Çevreleriyle çok uzun etkileşim geçmişine sahip Anadolu toplumları, zamanla yarı-kurak alanlara uygun tarım anlayış ve becerileri geliştirmişler, kuru tarım ile derin tarihsel, teknik ve kültürel bağlantılar kurmuşlardır. Bu birikim zamanla evrilerek günümüze kadar ulaşmıştır. Bu yöresel bilgiler, tarımsal/kırsal günlük yaşamla ilgili karar verme süreçlerinde bugün de yer yer kullanılmaktadır.

Cumhuriyetin tarımdaki başarı öyküsü

“Hakiki üretici olan köylü efendimizdir” diyen Büyük Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti çiftçilerimizin kuru tarım kültürünü bilimsel araştırmalarla bütünleştirmek ve geliştirmek amacıyla 1925 yılında Eskişehir’de Buğday Islah İstasyonu’nu ve ardından 1929 yılında Dryfarming Deneme İstasyonunu kurmuştur.

Ülkemizin kuru tarım konusundaki bilgi ve deneyim birikimi, o yıllarda dekara 60-80 kilo olan buğday verimini günümüzde 300-400 kilo düzeyine çıkartmış. Bu miktar son yıllara kadar artan nüfusun tüketim ihtiyacını karşılamıştır. Bu başarı güngörmüş Anadolu çiftçisinin birikimi ve emeği yanında, tarımsal araştırmacılar tarafından kuraklığa dayanıklı çeşitlerin ve uygun yetiştirme tekniklerinin geliştirilmesi sayesinde elde edilmiştir. Araştırma enstitülerinde yapılan temel araştırmaların, çiftçi şartlarında yürütülen denemelerin, demonstrasyonların, yayım çalışmalarının, Devlet Üretme Çiftlikleri’nde yapılan tohumluk üretme faaliyetlerinin ve teknik elemanların tutkulu çabalarının unutulmaması, ne denli büyük bir mirasa sahip olduğumuzun farkında olunması gerekmektedir.

Kuru tarımın önemi

Kuru tarım; başta halkımızın ana besin kaynağı olan buğdayın ve diğer temel bitkisel ürünlerin üretiminde büyük paya sahibi olmanın yanında; aile çiftçiliğinin korunması, kırsal alanların canlılığını sürdürmesi, kır yoksulluğuyla mücadele gibi açılardan çok değerlidir. Ekolojik değeri ise hiç tartışılamaz. Doğaya saygılı ve doğayla uyumlu bir tarımsal üretim faaliyeti olarak tüm doğal varlıkların korunmasını sağlayan kuru tarım, gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakabilmemiz açısından da olmazsa olmazdır.

Yarı-kurak alanlarda nadas alanlarının değerlendirilmesi konusunda ülkemizin başarısı büyüktür ve uluslararası üne sahiptir. Araştırmacıların öncülüğünde tasarlanan ve ülkesel buğday üretim düzeyini en azından kendine yeterli durumda tutma ve kuru tarım alanlarından maksimum yararlanma ekseni etrafında geliştirilen Nadas Alanlarını Değerlendirme Projesi (NAD) 1982 yılında uygulamaya konmuştur. On yıl içinde, ülkenin toplam ekim alanlarının 1/3’inde yapılan 14 aylık nadas uygulaması, toplam alanın 1/5’ine kadar azaltılmıştır. Bunun yanı sıra, baklagil üretimi yüzde 125, buğday üretimi yüzde 20, arpa üretimi de yüzde 35 artırılmıştır. Türkiye, o yıllarda baklagil ihracatında dünya lideri konumuna gelmiştir. Ancak, ne yazık ki bu olumlu gelişmeler çeşitli nedenlerle sürdürülememiş olup, ülke günümüzde net baklagil ithalatçısı durumuna gelmiştir.

Suyun verimli kullanılması

Su varlığı ve tüketimine gelince, ülke su varlığımızın yüzde 73’ü tarımsal sulamada kullanılmaktadır. Buradaki etik olmayan uygulama, yüzey sulama gibi en fazla su kaybına yol açan bir yöntemin hâlâ yüzde 70 oranında uygulanmakta oluşudur. Şimdilerde “su kısıtı olan bir ülke” niteliği taşıyan Türkiye’de tarım sektörü, bu kısıtlı kaynağı en fazla kullanan sektör olmakla kalmamakta, bir de bu suyu verimsiz ve ölçüsüz biçimde tüketmekte, böylece doğal kaynaklara zarar vermektedir, örn. erozyon, tuzlulaşma. Üstelik de hâlâ, daha fazla sulama yatırımının talep edilmesi ve bu konuda vaatler verilmesi sorgulanması gereken ciddi bir etik sorundur. Öte yandan bazı havza su kaynaklarının, başka havzalara tahsis edilmesi de etik açıdan tartışmalı bir konudur. Yapılan çalışmalar 2030’da Türkiye’nin “su sıkıntısı çeken ülke” olacağını göstermektedir. Tehlike kapıdadır.

Toplam tarım alanımızın yüzde 60’ının ekonomik olarak sulanamayacak olmasının yıllardır bilinmesine rağmen, günümüzde “sulama olmazsa tarım yapılamaz, gıda üretilemez” kanı ve algısının yaratılması ve giderek kamuoyunda yaygınlaştırılması, çiftçilerin ve tarım ve su politikalarının yanlış yönlendirilmesine, uygulamada doğal kaynaklara geri dönülemez zararlar verilmesine yol açmaktadır. Bu bilinçsiz talep, nüfusun 85 milyona yaklaştığı, göç ve turizm ile giderek daha da artması beklenen ülkemizde, tarım dışı sektörler için de su sıkıntısı yaratacaktır. Türkiye sektörler arası su dengesini bozacak taleplerle su yönetiminin sürdürülebilir olmadığı bir noktaya doğru hızla sürüklenmektedir.

Günümüzde, ülkeler su kısıtı ve kuraklıkla başedebilmek için, iklime dirençli kuru tarım insiyatifleri ile çiftçilerin uyum kapasitelerinin geliştirilmesi yönünde çaba sarfetmektedir.

Ekonomik olarak sulanamayacak olan toplam tarım alanının % 60’ının içinde yer alan ve yıllık yağışın 400 mm’nin altında olduğu yarı-kurak alanların kendilerine özgü hassas ekosistemleri, su bütçesindeki kısıtlılık ve değişken iklim koşullarından dolayı yönetimleri hiç de kolay değildir. Burada özellikle araştırmacı ve yayımcılara büyük görev düşmektedir. Zaten kentleşme, sanayi, turizm, madencilik ve ulaştırma amaçları için yıllardır tarım dışına çıkarılan, bir yandan da erozyonla kaybedilen araziler ile son yıllarda ekonomik ve sosyal nedenlerle işlenmeden terk edilen araziler de göz önüne alındığında, artan nüfusun) ülke kaynaklarıyla beslenmesinin ne kadar tehlikeye girdiği ortadadır. Bir de sulu tarım yapılamıyor diye geniş yarı-kurak alanların potansiyellerine rağmen yeterince yararlanılmadan kaderine terk edilmesi başlı başına bir etik sorundur. Kuru tarım kavramının yeniden gündeme getirilerek toplam üretim içinde parlatılmasının tam da zamanıdır.”

Özetle, bugün Eskişehir’de başlayacak ve iki gün sürecek olan “Kuru Tarım Yeniden Uluslararası Sempozyumu” iklim krizinin yarattığı tahribat, su kaynaklarının verimli kullanılması için kuru tarımın öne çıkarılması hedefleniyor. Bu, tarım sektörü için yeni bir başlangıç olabilir.

Kuru tarımın öncüsü; Ali Numan Kıraç

Cumhuriyetin ilanından sonra ekonomik kalkınmayı tarımla sağlamak için Mustafa Kemal Atatürk Gazi çiftliğini kurmaya karar verir. Amacı bu çiftlikle çağdaş tarım tekniklerini ülkeye yaymak ve ortaya bir örnek koymaktı. Bu konuda birlikte çalıştığı isimlerden birisi Ali Numan Kıraç’tı. Kuru tarımın(Drayfarming) öncüsü olan Ali Numan Kıraç’ı, oğlu Can Kıraç şöyle anlatır:

“Mustafa Kemal Paşa Ankara’da Gazi Çiftliğini kurma kararı verdiği 1924 yılının Mayıs ayında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başta gelen sorunu yetişmiş eleman yokluğu idi. Gazi Paşa, kendisine yapılan bir tavsiye üzerine, Ankara-Keçiören yolunda Kalaba köyü yakınında iki katlı bir binada kurulmuş olan Ziraat Mektebinde öğretmenlik yapan Ali Numan Bey’i Etimesgut’a davet etmiş, ona Türk tarımının kalkındırılması için düşündüğü atılımları anlatmış; “Bu çiftlik, memlekette çağdaş ziraat usulünü yerleştirmek için örnek teşkil edecektir.” demişti. Babam, 1926 yılındaki bu ilk buluşmada, Mustafa Kemal’in Türk çiftçisi için açmak istediği yolun önemini kavramış, hemen Gazi Çiftliği’nde çalışmalara başlamıştı.

Gece gündüz demeden canla başla çalışan 28 yaşındaki bu genç ziraatçı, kısa sürede Gazi Paşa’nın gözüne girmeyi başarmış ve eğitimini geliştirmek için Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderilen ilk ziraatçı olma fırsatını yakalamıştı. 1927-1931 yıllarında önce Kansas Ziraat Kolejinde sonra Nebraska Üniversitesinde eğitimini tamamlamış, Türkiye’ye döndükten sonra, Ali Numan Bey’in en önemli kararı, çalışmalarına, Gazi Çiftliği yerine Eskişehir’de devam etmek olmuştu. Anadolu’nun kıraç topraklarında, kuru ziraatla ilgili hemen tüm sorunların ele alındığı araştırmalar 1940’lı yıllara kadar sürmüş, Atatürk, soyadı seçiminde ona “Kıraç” soyadını uygun görmüştü. Bu dönemde, on yıl, Ali Numan Bey eşi Semiha Hanım, oğulları Can ve İnan’la Eskişehir’in 5 kilometre dışında Karacaşehir eteklerinde kurulan deneme istasyonunda yaşamışlardı.

Ali Numan Kıraç “Drayfarming Araştırmaları” isimli kitabında (1936) konuyu şöyle özetlemişti: “Drayfarming, yağışı az olan veya yağmurları uygun zamanlarda düşmeyen bir bölgede, sulamaksızın başarılı ürün yetiştirmek usulüdür. Memleketimizde Orta Anadolu Yaylası az yağışlıdır. Trakya ve deniz kıyıları mıntıkalarımızda da bazen yağışların zırai mevsimlere dağılışında uygunsuzluklar vardır. Daha doğrusu kuraklık ve etkileri memleketimizin her yerinde zaman zaman ziraatımızı tehdit eder. Bu durumda, kuraklığın gereklerine göre ve memleketimizin ihtiyaçlarına uyan yerli bir ziraat sistemi ile çalışmak gerekiyor.”

Ali Numan Kıraç, Türk tarımının gelişmesi için eleman yetiştirme, yeni metodlar ve ürünler geliştirme çalışmalarını 31 yıl sürdürdükten sonra, emekli olarak İstanbul’a taşınmış, Tarım Makinaları İthalatçılar Birliği Genel Sekreterliği görevini yürüttüğü sırada, 30 Haziran 1954 günü, ağır bir mide kanaması sonunda 56 yaşında hayata veda etmişti. 31 yıl, memleketin dağında taşında, kıraç toprakları üstünde verilen hizmetlerden sonra, Ali Numan Kıraç emekliye çıkarılırken kendisinden bir teşekkür bile esirgenmişti! Arkada kalan 47 yıl sonra, Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası, 1998 yılı Ekim ayında; “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Tarımına ve Ziraat Mühendisliği mesleğine yaptığı üstün hizmet ve katkıları” için Ali Numan Kıraç’a bir “Onur Plâketi” verme kadirşinaslığı göstermişti. Bu vefakâr davranış bana ve kardeşim İnan Kıraç’a anlamlı ve değerli bir armağan olmuştur.

 

Bu makale ile ilgili yapılan yorumlar

En Son Yayınlanan Makaleler