Et tüketirken dünyayı da tüketiyoruz…

Bu makalede ele alınan konular hakkında hızlı bir genel bakış.

Et tüketirken dünyayı da tüketiyoruz…

08 Ekim 2014

·

Ali Ekber Yıldırım

·

Köşe Yazısı

Güncelleme: Eki 8, 2014

Heinrich Böll Stiftung Derneği tarafından hazırlanan ve daha önce Almanca ve İngilizce yayınlanan Et Atlası ilk kez Türkçe olarak yayınlandı.
Dünyada hayvancılık ve et sektörünü bütün yönleriyle ele alan “Et Atlası ” bugün basın toplantısı ile kamuoyuna açıklanacak.
Küresel et ticaretini farklı bir bakış açısıyla değerlendirerek, çevre ve toplum üzerindeki etkilerini ele alan 80 sayfalık Et Atlası’nda öne çıkan çarpıcı sonuçlar özetle şöyle:
1- Dünya çapında, birçoğu gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere 1.3 milyar insan geçimini hayvancılıktan sağlıyor. Bunların çoğunluğu hayvanlarını köylerinin çevresindeki arazilerde otlatıyor, bazıları sürüleriyle oradan oraya göç ediyor, bazılarıysa evlerinde birkaç tavuk, sığır ya da domuz besliyor. Gelişmiş ya da hızlı büyüyen ülkelerde hayvancılıkla uğraşan insanların sayısı azalıyor. Hayvancılık sektörü sanayileşiyor ve et üreten firmalar giderek büyüyor.
2-Gelişmiş dünyada çiftçi sayısı sürekli azalırken beslenen hayvan sayısı sürekli artıyor. Yerel pazarlar yerine uzaktaki süpermarketlere üretim yapılıyor. Bu değişimin bir benzeri, şimdi gelişmekte olan ülkelerdeki hayvancılıkta görülüyor.
3-Dünya genelinde ete olan talep sürekli artış gösteriyor. Fakat bu artış, farklı ülkelerde farklı oranlarda. 20. yüzyılın en büyük et üreticileri olan Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde tüketim çok yavaş artıyor, hatta neredeyse yerinde sayıyor. Öte yandan, Asya ve diğer bölgelerdeki gelişen ekonomilerde, et sektörünün 2022’ye kadar yüzde 80 oranında büyümesi bekleniyor. En büyük talep, devasa yeni orta sınıflarıyla Hindistan ve Çin’den gelecek.
4- Et sektöründe kâr marjları düşük olduğu için, bütün şirketler ölçek ekonomisine yöneliyor. Yani daha büyük verimlilikle, daha düşük maliyetlerle, daha çok üretmek için çabalıyorlar. Bu sebeple, sektördeki konsantrasyon iki açıdan artıyor. Şirket evlilikleri ve alımlar daha büyük şirketleri yaratıyor. Hem başka ülkelere hem de başka hayvan türlerine doğru bir genişleme yaşanıyor. Et üretimi de yoğunlaşıyor. Daha fazla sayıda hayvan aynı çatı altında besleniyor.
5- Konsolide olmuş bir sektörde devlerle küçük üreticilerin bir arada var olmaları neredeyse imkansız. Bu çok uluslu şirketler, hem küresel yoksulların önemli geçim kaynaklarından birini ellerinden alırken bir yandan da tüketicilerin seçeneklerini oldukça kısıtlıyor.
6- Bir paket et üzerindeki fiyat etiketi, o eti üretirken ortaya çıkan gerçek maliyeti yansıtmıyor. İşin çevreye ve vergi mükelleflerine maliyeti çok daha fazla. Eğer bu maliyetler fiyata eklenirse hayvancılık net olarak zarar eder.
7- Türkiye’deki kırmızı et üretiminin kısa sürede ve kolaylıkla artmayacak gibi görünmesi Amerika kıtasındaki işletme ve ihracatçıları Türkiye’ye hayvan veya et satmaya istekli kılıyor. Hatta buralardan getirilen hayvanların son dönem besisinin Türkiye’de yapılması ve burada kesilerek, ülke içine satılması ve/veya ihraç edilmesi de tartışılan hususlar arasında. Bu düşünce, Türkiye’nin hem dönem dönem büyük çaplı ithalat yapma olasılığına hem de sığır eti üreticisi ülkelerin birçoğunda tavuk ve domuz etine talebin artmasıyla, sığır eti talebinin düşeceği yolundaki beklentiye dayandırılıyor. Bu beklentinin gerçekleşmesi halinde sadece ithalat süreklilik kazanmayacak, aynı zamanda Türkiye çevreye zarar verecek bir üretimin yaygın olarak yapıldığı bir alan haline de gelmiş olacak. Üstelik bu üretim, büyük ölçüde başka coğrafyalarda üretilmiş hayvanlar ve yemler kullanılarak gerçekleştirilecek.
8- Hayvancılığın genetik tabanı her geçen gün daralıyor. Tüm dünya belli bir amaç için üretilmiş az sayıdaki ırka güveniyor. 130 ülkede yetiştirilen siyah-beyaz Holstein-Fresian süt ineği gibi ırklar buna örnek. Tavuk, keçi, domuz ve koyun üretimi de yüksek verimli birkaç ırk üzerinden ilerliyor.
9- İnsanoğlu 30 farklı canlı türünü çiftlik hayvanı olarak evcilleştirdi ve bunu yaparken de inanılmaz bir ırk çeşitliliği yaratmış oldu. Şu ana kadar Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün belgelediği yaklaşık 8 bin farklı ırk var. Bunların büyük kısmı, çoğu kadın olan küçük besiciler tarafından yetiştiriliyor. Besici kadınlar, hem dünyanın etini üretiyor hem de canlı hayvan çeşitliliğini korumuş oluyor. Pek çok fakir hanede hayvanlar; özellikle tavuk, koyun ve keçi, o hanenin geçiminin önemli kaynaklarından biri. Bu iş için yerli ve çok amaçlı kullanılabilen ırklar seçiliyor çünkü onlar yerel koşullara ve çetin iklim koşullarına uyum sağlamış oluyorlar. Ağır endüstriyel hayvancılıkta ise toplam sekiz tür hayvan kullanılıyor; sığır, domuz, koyun, keçi, tavuk, hindi, ördek ve tavşan.
10- Dünya Sağlık Örgütü, hayvancılık sektöründe pervasızca antibiyotik kullanımına devam edersek bir antibiyotik sonrası çağa gireceğimiz ve günümüzde tedavisi çok kolay olan pek çok sağlık sorununun tekrar ölümcül hale geleceği konusunda uyarıyor. Antibiyotikler, hayvanların fabrika koşullarında ve oradan kesimhaneye gidene kadar hayatta kalmalarını garanti altına almak için kullanılıyor. Pek çoğu ise büyümeyi hızlandırmak amacıyla hayvanlara veriliyor. Antibiyotik verilen domuzun pazarda satılabilir ağırlığa gelmesi için domuz yüzde 10-15 daha az yeme ihtiyaç duyuyor. Avrupa Birliği büyümeyi hızlandıran antibiyotiklerin kullanımını 2006 itibariyle yasaklamış olsa da yasağın, bu ilaçların çiftliklerde kullanımına belirgin bir etkisi olmadı. Sistematik araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlara göre sadece 2011 yılında Avrupa Birliği üyesi 25 ülkede toplam 8 bin 500 ton antimikrobik ilaç dağıtıldı.
11- Dünya hayvancılık sanayinin büyümesi akarsuların ve göllerin aşırı kullanımını daha da artıracak. Bu, hayvanların duyduğu ihtiyaçtan değil, yedikleri yemin üretiminde çok miktarda suya ihtiyaç duyulmasından kaynaklanıyor. Ayrıca çiftliklerin atıkları nitrat ve antibiyotik kalıntıları ile yeraltı su havzalarını da kirletiliyor.
12- Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) tarafından yapılan bir çalışmaya göre sadece bir kilogram sığır eti üretmek için 6.5 kilogram tahıl, 36 kilogram kaba yem ve 15 bin 500 litre suya ihtiyaç var. Endüstriyel yöntemlerle yetiştirilen bir sığır, açık havada otlayan bir sığıra göre çok daha fazla su tüketiyor. Ve dünya çapında giderek daha fazla sayıda hayvan, dışarıda otlatılmak yerine iç mekanlarda besleniyor.
13- Dünyada ekilen 14 milyar hektar arazinin üçte biri hayvan yemi yetiştirmek için kullanılıyor. Yine yem olarak kullanılan saman ya da yağlı tohum kabukları gibi yan ürünleri de sayarsak ekili alanların dörtte üçünün öyle ya da böyle hayvan yemi için kullanıldığını görebiliriz.
14- Bilim insanları hayvancılığın iklime etkilerini azaltmanın yollarını arıyor. Fransız Araştırma Şirketi Valorex, mısır ve soya konsantresine dayalı diyeti yonca, keten tohumu ve yeşil ot ile değiştirdi. Böylece geğirme sonucu ortaya çıkan gazlarının içerdiği metan miktarında yüzde 20’lik bir azalma gözlendi. Galler’deki Aberystwyth Üniversitesi’nden bilim insanları, sığırların yemlerine sarımsak ekleyerek metan gazı emisyonlarını yarı yarıya azaltabileceklerini düşünüyorlar. Çünkü sarımsak sindirim sisteminde metan oluşumuna yol açan mikroorganizmalara saldırıyor.
15- Et, süt ve yumurta yediğimizde, eğer varsa bunların üzerindeki pestisit, herbisit ve ilaç kalıntılarını da tüketmiş oluyoruz. Bu konuda yeteri kadar araştırma olmadığı için Genetiği Değiştirilmiş(GDO) soya üretiminde kullanılan glifosatın, insan vücuduna etkileri belirsiz.Yasal boşluklar sebebiyle bilmeden bu maddeyi tüketiyor olabiliriz.
16-Endüstriyel tavukçuluk artık büyük ölçüde globalleşmiş olan hayvancılık endüstrisinin en hızlı büyüyen ve en hızlı değişen sektörünü oluşturuyor. 2010 itibariyle kümes hayvanlarındaki küresel üretim 124 milyona çıktı.
17-Gelişmekte olan ülkelerdeki pek çok insan için et yemek bir lüks. Bir kilogram et, yerel pazarda 3 ila 7 euroya mal olabiliyor, bu da birkaç günlük yevmiyeye denk geliyor. Buna karşılık et tüketimi kentli orta sınıf arasında artıyor. Çünkü daha iyi durumda olanlar için et yemek bir statü sembolü. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurum et tüketiminde de kendini gösteriyor. Gelişmiş ülkelerde insanlar protein ihtiyaçlarının yüzde 56’sını hayvansal ürünlerden karşılarken, gelişmekte olan ülkelerde bu oran yüzde 18 seviyesinde.
18–Organik üretim, tüketicilerin şüphelerini dikkate alan bir alternatif olabilir. Organik olarak üretilen hayvanlar genetiği değiştirilmiş soya yemiyle beslenmiyor ve yemlerin büyük bir kısmı çiftliğin kendi arazisinde üretiliyor. Antibiyotik kullanımı ya tamamıyla yasak ya da son derece sınırlı. Buna rağmen sanayileşmiş ülkelerde satılan etin yüzde 2’sinden azı organik.
19–Tüketiciler tükettikleri etlerle ilgili doğru bilgiye pek ulaşamıyor. Organik standartlar gibi Avrupa Birliği’nde işlenmemiş ve işlenmiş et için kullanılan etiketler bile sıklıkla hayvanın nerede yetiştirildiği, ırkı, refahı, kesme ve işleme yöntemleri ya da etin nasıl saklanıp kullanılacağı gibi bilgiler vermekte yetersiz kalıyor.
20-Sanayileşmiş dünyanın sadece küçük bir kısmı kendini vegan ya da vejetaryen olarak tanımlıyor. Bu yaşam şekilleri dinin daha baskın olduğu dünyanın başka yerlerinde daha önemli bir rol oynuyor. Pek çok dini inancın öğretilerine göre inananların o ya da bu şekilde etten uzak durmaları bekleniyor.
Özetle, endüstriyel hayvancılık yaygınlaştıkça insanlar ve diğer canlılar için yaşam kaynağı olan hava,su, çevre ve doğal yaşam alanları kirleniyor ve daralıyor. Küresel ısınma artıyor.Endüstriyel et tüketirken dünyayı da tüketiyoruz.

Bu makale ile ilgili yapılan yorumlar

Gıda,Hayvancılık: İlişkili Diğer Makaleler

En Son Yayınlanan Makaleler