Tarım Bakanı çiftçilere neden teşekkür etti?
Bu makalede ele alınan konular hakkında hızlı bir genel bakış.
Görevli memur kısa bir incelemeden sonra önce yüzüme sonra pasaporta bakıp damgayı bastı. Pasaportu uzattığında iki tarih yan yana geldi. Birinde 22.09.2012, diğerinde 22.09.2013 yazıyor. Tam bir yıl sonra ayrıldığımız gün Varşova’dayız.İzmir’in sıcacık havası geride kaldı. Frederick Chopin Hava Alanı’nda öğle saatleri olmasına rağmen hava oldukça serin. Geceleri İzmir’in kışı gibi Bu yıl TRT Ankara’dan İbrahim Coşkun ve Cumhur Kutay ile birlikte 3 kişiyiz. Havaalanı çıkışında elindeki beyaz kağıtta “DÜNYA Gastesi” ve “TRT” yazan Agnieszka Faust bizi bekliyor.
Polonya’da 4 gün bize rehberlik yapan Agnieszka, Polonya Yabancı Yatırımcılar Ajansı(PAİZ)’nda çalışıyor. Krakow’da Türkoloji okuduğu için Türkçesi gayet iyi. Programın başarılı geçmesi için çok çalıştı.
Otele yerleştikten sonra kendimizi Varşova sokaklarına attık. İlk durağımız Varşova’da “görülmesi gereken 10 yer”den birisi olan Lazienki parkı. Parka yaklaştıkça piyanodan yükselen ve bizi parka çeken müziği takip ettik.
Lazienki Parkı’nda Mayıs ayından başlayarak Eylül sonuna kadar her pazar Chopin’in eserlerinin çalındığı konserler düzenleniyor. Çok şanslıyız ki, dinlediğimiz bu yılın son konseri. Park büyük bir konser salonu gibi. Anneler bebek arabasındaki çocuğu ile, gençler sevgilileriyle, yaşlılar birbirlerine tutunarak büyük bir keyif ve sessizlikle piyanodan yayılan Chopin’i dinliyor. Binlerce Varşovalı her pazar bu keyfi yaşıyor.
İnsan ister istemez, Piyano yerine TOMA’ları, müzik yerine jopları, tazyikli suları, yurttaşlara nişanlanan gaz kapsüllerini ve yaşamını yitiren gencecik çocukları, yaşamları altüst olan yaralıları ve her fırsatta halka kapatılan Gezi Parkı’nı düşünüyor. İstanbul’daki Gezi Parkı’na bakın, bir de bir zamanlar Hitler faşizminin yerle bir ettiği Varşova’daki parka.
Lazienki’de gördüklerimizle Gezi’de yaşadıklarımız arasındaki çağ farkı, yönetim anlayışındaki farklılık yaşamın hemen her alanına, elbette tarıma da yansıyor.
Geçen yıl 6 gün, bu yıl 4 gün geçirdiğimiz Polonya’da tarıma ilişkin gözlemlerimiz de Lazienki Parkı’nda yaşananlardan farklı değil.
Polonya’da tarıma büyük değer veriliyor. Ülke için vazgeçilmez bir ekonomik güç, stratejik bir sektör olarak görülüyor. Çiftçi el üstünde tutuluyor.
Varşova’ya trenle yaklaşık 3 saat uzaklıktaki Poznan’da Gıda Fuarı’ndayız. Polonya Gıda ve Kırsal Kalkınma Bakanı Stanislaw Kalemba basın toplantısı yapıyor. Ülkesinin tarımdaki başarısını anlattıktan sonra bir çok ülkeden gelen gazetecilerin önünde aynen şunları söyledi: ” Bu başarıda en büyük pay çiftçilerimizindir. Büyük zorluklara rağmen bu kadar ürünü yetiştirdikleri için çiftçilerimize teşekkür ederim. Çiftçilerimiz olmasaydı biz bu başarılara ulaşamazdık. İhracatçılarımız uluslararası pazarlarda rekabet edemezdi. İnsanlarımız sağlıklı güvenilir ürünler tüketemezdi. O nedenle hepimiz çiftçilerimize teşekkür borçluyuz.Teşekkür ederiz.”
Türkiye’de çiftçilere “Ananı da al git”, “Bu millet yatıp kalkıp size mi çalışacak”, “Gözünüzü toprak doyursun” benzeri sözlerle pek çok kez hakaret eden başbakan ve bakanlar gördük. Ancak, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir” sözünden başka çiftçiye teşekkür eden,onları onurlandıran bir söze rastlamadık.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi parktaki farklı anlayış tarıma da yansıyor. Bugün dünyanın 7. büyük tarım ülkesi, Avrupa’nın tarımdaki en büyük ülkesi olduğu iddia edilen Türkiye, Polonya’dan et ithal ediyor.
Ülkeyi gezince insan hayret ediyor. Toprağı, iklimi, tarımsal potansiyeli Türkiye’nin çok çok gerisinde olan Polonya nasıl oluyor da Türkiye’ye et ihraç ediyor. Nedeni çok basit. Polonya’da çiftçisine değer veren, onu yücelten, destekleyen ve ülkesinin tarım potansiyelini sonuna kadar değerlendiren bir yönetim anlayışı var. Türkiye’de ise, çiftçisini hor gören, onu yok etmeye çalışan, ülkesinin potansiyelinin farkında olmayan, çiftçisini ithalatla terbiye etmeyi marifet sayan bir yönetim anlayışı var.
Bu yönetimdeki anlayış farkının sonucu olarak hayvancılıkla ilgili konuştuğumuz hemen herkes gururla “2011’de Polonya olarak Türkiye’ye en çok eti biz ihraç ettik” diyor.
Poznan’da düzenlenen Gıda Fuarı’nda Polonya Tarım ve Kırsal Kalkınma Bakanı Stanislaw Kalemba’nın basın toplantısı yapacağı ve kendisine her türlü soruyu sorabileceğimiz söylendi.
Fuarı gezdikten sonra basın toplantısının yapılacağı salona geçtik. Salonun önünde bir kaç kişiyi görünce herhalde yanlış yere geldik diye düşündük. İçeride bir çok ülkeden gelen meslektaşımız yayın için ve soru sormak için son hazırlıklarını yapıyordu. Boş kalan bir iki koltuktan birine oturduk Bakan’ı bekliyoruz.
Bu arada içeriye birer ikişer kişi giriyor. Salon girişinde olağanüstü hiç bir hareketlilik yok. Agnizeska ile sohbet ederken içeriye birisi girdi.Agnizeska “bakan geldi” dedi. Tam zamanında ve tek başına geldi. Ne bir koruma ne bürokrat ordusu ne de kim olduğu bilinmez şakşakçılar. Bakan tek başına girdiği salona selam verdi ve ön sıradaki bir kaç kişinin elini sıktı. Yerine oturdu. Kimse ayağa kalkmadı. Bakana kendisini göstermek için birbirini ezmedi. Bakan kürsüye çıktı çok kısa bir konuşma yaptıktan sonra. Sektör temsilcilerinin başkanları iki üç dakikalık konuşmalar yaparak yabancı gazetecilere Polonya’nın tarımdaki genel görünümü anlatıldı. Sonra gazeteciler sordu, Bakan tüm içtenliği ile yanıtladı ve basın toplantısı bitti. Bakan yine oradaki bir kaç kişi ile ayaküstü sohbet ettikten sonra salondan ayrıldı. Ne bir siren sesi, ne koruma ne de bakanın peşinde koşuşturan hiç kimse yoktu. Bakan normal bir fuar ziyaretçisi gibi fuarı gezmeye çıktı. Peşinde bir orduyla değil elbette. Biz de Poznan’ı gezdikten sonra Varşova’ya döndük. Çiftçisine teşekkür eden bir Tarım Bakan’ı görmenin ayrıcalığını yaşayarak.
******
Sadullah Usumi’yi saygıyla anıyoruz
Cumhuriyet Gazetesi’nde “Çiftçi Dostu” adıyla tarım yazıları yazan ustamız Sadullah Usumi, bundan tam 11 yıl önce yaşama veda etti. O’nun bıraktığı bayrağı daha ileriye taşımanın mücadelesini verirken saygıyla ve özlemle anıyoruz.
Bu makale ile ilgili yapılan yorumlar