Biyoçeşitlilik tehdit altında…

·

23 Kasım 2010

·

Bu makalede ele alınan konular hakkında hızlı bir genel bakış.

Biyoçeşitlilik tehdit altında…

23 Kasım 2010

·

Ali Ekber Yıldırım

·

Köşe Yazısı

Güncelleme: Şub 22, 2024

Milyarlarca yılda oluşan biyoçeşitlilik büyük bir tehdit altında. Dünyada biyoçeşitlilik büyük bir hızla yok oluyor. Her yıl canlı türlerin binde 6’sı tükeniyor. Tükenmesini sağlayan ise insanoğlu.
İnsan faaliyetleri iklim değişikliğine neden oluyor. İklim değişikliği ise, karbon, nitrojen ve su döngülerini bozuyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği ekosistemlerin insan yaşamı ve çevre için son derece önemli olduğunu ve biyoçeşitliliğin azaltılmasına karşı küresel düzeyde işbirliğinin gerekliliğini vurgulamak için 2010 yılını “Uluslararası Biyoçeşitlilik Yılı” ilan etti.
Biyoçeşitliliği en zengin ülkelerden birisi de Türkiye. Ancak, son yıllarda biyoçeşitliliği korumak bir yana, bilinçsizce yok ediliyor.
Konuya sadece tarım boyutuyla bakıldığında bile Türkiye, ovaları, akarsuları ve iklimi ile dünyanın en önemli tarımsal potansiyele ve biyoçeşitliliğe sahip.
Ancak, uygulanan bilinçsiz politikalar bu zenginliği yok ediyor. Türkiye’nin tarımda zenginlik kaynağı olan ovaları bir yandan kirleniyor, bir yandan yapılaşma ile yok ediliyor. Çukurova, Bafra, Çarşamba,Sakarya, Gediz, Küçük Menderes, Büyük Menderes, Amik, Bursa, İnegöl, Karacabey, Balıkesir, Bakırçay ve diğer ovalar verimli tarım topraklarının amaç dışı kullanılması, atıklarla kirletilmesi sonucu bugün zenginlik değil, sorun üretiyor.
Verimli toprakları ile binlerce yıl tarımsal üretimin kaynağı olmuş ovalar son yarım yüzyılda hızla yapılaşmaya açıldı. Bir yandan konut ve sanayi tesislerinin işgaline uğrayan ovalar bir yandan çevre kirliliğinin yarattığı olumsuz sonuçlar nedeniyle verimsizleşti.
Şimdi sırada akarsular var.
Hükümet, akarsuları özelleştirmek, hidroelektrik santralleri ile ranta çevirmek için büyük bir çaba gösteriyor. Ülke genelinde 1611 Hidroelektrik Santrali (HES) kurulması yönünde lisans verildi. Akarsuların, derelerin üzerine yüzlerce hidroelektrik santralı kurularak akarsularda yok edilecek.
Dereler kuruyacak. Milyarlarca yılda oluşan doğal yaşam alanları, canlılar tehdit altında. Topraklar susuz kalacak. Tarıma bir darbe daha vurulacak.
Türkiye’nin büyük bölümü başına gelecek felaketten habersiz, suskun. Az sayıdaki çevre gönüllüsü Munzur’da, Karadeniz’de, Ege’de aylardır ayakta, isyanda. Hidroelektrik santrallerinin yaratacağı büyük felaketi önlemek için mücadele veriyor. Hukuk mücadelesinde de önemli kazanımlar elde edildi. Danıştay, bazı HES projeleri için durdurma kararı verdi.
Fakat, hukuk kararlarını hiçe sayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çevrecilere karşı çok sert bir tavır sergiliyor. Konuşmalarında çevrecileri hedef gösteriyor.
Çevre ve Orman Bakanlığı, hukuk kararlarını arkadan dolanmak için, akarsuları özelleştirmek, hidroelektrik santrallerinin sorunsuz bir şekilde kurulması için “Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı” hazırladı. Tasarı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sevk edildi. Tasarı ile tek yetkili konumuna gelecek Çevre ve Orman Bakanlığı, su kaynaklarını 49 yıllığına kiraya verebilecek. HES’ler hukuksal alanın dışına çıkarılacak. Bu gidişat, çok büyük bir tehlikenin başlangıcı olacak.
Çevre konusunda Türkiye’nin en duyarlı yazarlarından Bekir Coşkun, Pazar günü Cumhuriyet’teki köşesinde “Dünyayı Çalmak” başlığı ile yaşanan tehlikeyi kaleme aldı.
Bekir Coşkun diyor ki:
Bu söze alındılar:
“Su akar, Türk bakar…”
Bu yüzden ne kadar akan su varsa tarumar ediyorlar ki Türk bakmasın…
*
Dağlardan kıvrıla kıvrıla inen masmavi suyun kıyısında durup da mutlu, keyifli baktığınızda, bunun bir “kabahat” olduğunu nereden bileceksiniz…“Su akar, Türk bakar” suçlaması karşınıza çıkabilir ve size kızabilir:
“Neye bakıyorsun?..”
“Suya…”
“Hes’tir…”
*
“Hes’tir” yani (HES) hidroelektrik santralıdır…
1611 HES lisansı dağıttı iktidar. Çoğu Karadeniz ve Ege’de olmak üzere ne kadar akarsu varsa, özel sektör oralara santral yapmaya başladı. Şu ana kadar çoğunda hafriyat sürüyor, kimisinde su tutma aşamasına gelindi ve dereler kurudu.
Son yılların en büyük doğa katliamıdır bu.
Gözlerden uzaktır ama dere yataklarına kazılan dev çukurların, kesilen ormanın, kuruyan derelerin ve o derelerin çevresinde tükenen yaşamın… Bir anda suyu kesilince çakıl taşlarının üzerinde çırpınan nesli biten son balıkların… Kısacası emsali görülmemiş bir yok edişin sürmekte olduğunu bilin…
Devletin yıllardır “doğal sit alanı” belgesi verdiği cennet köşelere, aynı devletin şimdi HES ruhsatı vermesi dahi gafletin kanıtı değil midir?..
Ve oralarda birer avuç çevreci mücadele ediyor, seslerini duyan yok…
*
Böylece “Su akar, Türk bakar” sözü eskilerde kalıyor…
Neyine bakacaksınız?..
Yaşamın kaynağı bir akarsuya sahip olmak, korumak, oturup ona keyifle bakmak uygar insanların işidir… Oysa akan suya bakmanın “kabahat-ahmaklık” olduğunu söylediler size…
Böylece bir yağma, bir talandır bu…
Dünyamızı çalıyorlar…
Başınızı kaldırın, göreceksiniz…”

Özetle, ovalar yok olup dereler kuruduğunda ne bitkisel üretim, ne hayvancılık ne de biyoçeşitlilik kalır. Türkiye, zenginliğini, mirasını, geleceğini yitirir.
Tehlikenin farkında mısınız?

Bu makale ile ilgili yapılan yorumlar

  1. gülşen yurtalan 11 Aralık 2010 - 07:45 - Yanıtla

    insan oğlu ne kadar doyumsuz herşeyi hiç düşünmeden yakıp yıkıyo…kurutun bakalım akar suları…hes le kurtardıklarınız kuruttuklarınızı geri getirebilecek mi…

Tarım: İlişkili Diğer Makaleler

En Son Yayınlanan Makaleler