Bu makalede ele alınan konular hakkında hızlı bir genel bakış.
Çevreyi, tarihi ve kültürel mirası korumada Türkiye’nin sicili ne yazık ki çok iyi değil.
Ülkenin neresine baksanız bir çevre katliamı görürsünüz. Doğal varlıklar bilinçli sistemli bir biçimde yok ediliyor. Tam bir talan dönemi yaşanıyor.
İzmir Bergama yakınlarındaki 2 bin yıllık tarih ve kültür mirası Allianoi göz göre göre çamura, suya gömüldü. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “çaresizim” dedi.
Çevre Bakanı Veysel Eroğlu, “Alliaoni diye bir yer yok, orası Paşa Ilıcası” dedi. Alliaoni’yi kuma gömdükten sonra “YÖK’e inceleme yaptırıyoruz, gerçekten Alliaoni varsa koruyacağız” diye açıklama yaptı.
Hasankeyf, Ilısu Barajı’na feda edildi.
Tarım toprakları amaç dışı kullanılıyor.
Verimli ovalarda domates yerine, pamuk yerine,binalar yükseliyor, sanayi tesislerinin işgali altında.
Türkiye’nin denizleri, suları kirleniyor. Kuruyan, kurutulan göller var.
Akarsular,dereler ranta dönüştürülüyor.
Karadeniz’in doğası, güzelliği, Hidroelektrik santralleri ile yok ediliyor.
Kazdağları madencilik tehdidi altında.
Örnekler daha da çoğaltılabilir.
En son faciayı İzmirli gazeteciler olarak yüreğimiz kanayarak yaşadık. İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin Atatürk Ormanı’ndaki 50.Yıl Anı Ormanı’ndaki ağaçlar kesildi. Daha doğrusu hunharca katledildi. Hem de İzmir Çevre ve Orman Müdürlüğü tarafından. Hem de 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda.
İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin 50. Kuruluş Yıldönümü Onuruna tanzim edilen bu alan, yaşamını yitiren gazeteci Akın Kıvanç, Muammer Övünç, Ceyhan Gür, A.Şevket Bilgin, Nejat Türkeri, Akın Simav, Sabri Suphandağlı, Osman Öksüz, Özdemir Hazar, Zafer Alatay, Cezmi Zallak, Çetin Esen Kaftan, Şahap Mete, Suha Aknur ve Tunç Saruhanlı’nın anıların yaşatılması amacıyla 16 Ocak 1997’de ağaçlandırıldı. Atatürk Ormanı’ndaki bu gencecik ağaçlar Cumhuriyet Bayramı’nın kutlandığı günde, gazeteci büyüklerimizin anısı hiçe sayılarak acımasızca katledildi.
İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Atilla Sertel’in de söylediği gibi, burası İzmir’in yeşil kalmış ender alanlarından biri. Denizcilik Müsteşarlığı’na gözetleme kulesi yapılacak diye yaklaşık 5 dönüm alan ağaçlar kesilerek İzmir Valiliğinin, belediyenin haberi olmadan yapılaşmaya açılıyor.
İzmir Gazeteciler Cemiyeti’ne haber verme nezaketinden yoksun işgüzar bürokratlar tarafından kesilen ağaçların yerine gözetleme kulesi adı altında bu doğa parçasının nasıl ranta dönüşeceğini yakın zamanda öğreniriz.
İzmirli gazeteciler olarak bu faciayı yaşadığımız şu günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir yasa tasarısı sevk edildi.
Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Bakanlar Kurulu‘ndan geçerek Türkiye Büyük Millet Meclisi‘ne sevk edilen Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı, doğal SİT ve tabiat varlıklarının korunması yetkisini görece bağımsız çalışan Koruma Kurullarından alarak, Bakanlığın bürokratlarından oluşan kurullara devretmeyi öngörüyor. Şimdi anlıyoruz ki, Bakanlığın İzmir’deki en üst düzey bürokratı İzmir Çevre ve Orman İl Müdürü İbrahim Çiftçi bu tasarının yasalaşmasını beklemeden ağaç katliamı ile ilk uygulamayı İzmir’den başlatmış oldu.
Söz konusu yasa tasarısı ile ilgili Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Dr. Turhan Tuncer endişelerini şu sözlerle dile getirdi.
“Tasarının geçici bir ve ikinci maddeleri, 2683 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve ilgili diğer mevzuat kapsamında doğal veya tabii SİT olarak tescil ve ilan edilmiş alanlar ile koruma alanlarının statülerini sona erdirmektedir. Tasarıya göre, bu kapsamda bulunanlardan sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahalarında ezici çoğunluğu bürokratlardan oluşan bir kurul yeniden belirleme yapacak, uygun özellikleri taşıyanlara bu statü yeniden verilecektir.
Tasarıya göre, korunan alanlarda, uzun devreli gelişme planına uygun olarak verilecek her türlü izinde Çevre ve Orman Bakanlığı görevli ve yetkili olacaktır. Bu alanlarda, “ülke düzeyinde, üstün kamu yararı ve stratejik kullanımı gerektiren kullanma izni, intifa ve irtifak hakkı” Bakanlar Kurulu kararı ile verilebilecektir. HES ve maden ocaklarına kapı aralayan bu hükme göre izinler 29 yılı geçemeyecek ancak Bakanlar Kurulu uygun görürse bu süreyi 49 yıla uzatabilecektir.
Türkiye pratiğinin sermaye – siyaset ilişkisi değerlendirildiğinde, bunun anlamının doğal varlıklarımızın hiyerarşik zincir içinde rantiyeye teslim edilmesi olduğu açıktır. Böylece HES projeleri hukuk denetiminin dışına çıkarılacak, sularımız 49 yıllığına şirket malı niteliğine dönüştürülecek, derelerimiz tutsak edilecek, doğal ekosistem tahrip edilecek ve yerelde yaşayan insanımız dahil tüm canlı varlıkların suya erişim hakkı engellenecektir.
Bu tasarı yasalaşırsa hazine arazileri, meralar, ormanlar ve su havzaları, hiçbir sınırlama olmadan şirketlerin kullanımına açılacaktır. Tasarı bu nedenle, Türkiye‘nin taraf olduğu, Bern Sözleşmesi, Avrupa‘nın Yaban Hayatı ve Yaşam Alanlarını Koruma Sözleşmesi, Dünya Mirası Sözleşmesi: Dünya Kültürel ve Yaban Mirasının Korunması, Ramsar Sulak Alanlar Sözleşmesi gibi uluslararası anlaşmalara da aykırıdır.”
Uzun söze gerek yok.
Dünyada 1 milyar insan aç.
Her yıl 1.5 milyon insan kirli sudan yaşamını yitiriyor ve 3 milyar insan temiz su kaynağından yoksun.
Dünya sadece ısınmıyor, daha fazla kirleniyor,yok ediliyor. Su kaynakları kurutuluyor. Her şey metalaştırılıyor. “Her şeyin bir fiyatı var” mantığı ile bizden önce yaşayanlardan aldığımız ve geleceğe taşımamız gereken miras yok ediliyor.
Bu talana, bu yağmaya sessiz mi kalacağız?
Bu makale ile ilgili yapılan yorumlar
Sayin Ali Ekber Yildirim ilk önce bizi herkezden önce tarim dünyasindan bilgilendirdiginiz icin tesekür ediyorum.Yazilarinizi düzenli olarak takip etmekteyim ve gercekten yazilarinizdan bilgilenen ve faydalanan takipcinizim.Cevre katliami yazinizi okudum ve hemen aklima memleketimin verimli topraklarindan trakya bölgesindeki ergene nehri geldi.Uzun yillardan bu yana ergenede su yerine kimyasal atiklar akiyor,32 yasindayim ve ergene nehrinde bir canli hayvan görmüs degilim. köyümüz ergene nehrine 2 km olmasina rahmen yaz aylarinda pis kokudan(anlatilamayacak bir koku) evdeki kapi ve camlari acik birakamiyoruz.tekstil fabrikalarinin,deri fabrikalarinin ve boya fabrikalarinin atiklarindan biz ciftciler ergene nehrinden verimli topraklarimizi sulayamiyoruz.Bir ciftci,bir trakyali ve sizin takipciniz olarak bu konuyu da yazilariniza eklemenize ve ilgili kisilere, miletimize,devlet yetkilelerine acik bir sekilde tekrar tekrar duyurmanizi rica ediyorum tesekkürler.